Analytics

26 Mayıs 2006

Yazık, çok yazık!

Hemen her sabah işe metroyla gidiyorum ve genelde aksatmadan da her sabah sinir oluyorum.

Konu çok basit aslında… İnsanlar toplu yaşamanın kurallarını bilmiyorlar, bir egoistlik, bir kabalıktır gidiyor.

Alt tarafı bir yürüyen merdivendesin değil mi? Acelen yoksa sağında durursun. Yok, bizde asla öyle değil. Önce, sıkı bir itiş kakış yaparsın. Sonra, merdivenin en sağında durmaktansa mümkünse kimsenin geçemeyeceği bir şekilde merdivenin en ortasında konuşlanırsın. “Pardon, geçebilir miyim?” diyenlere ters ters bakıp hiç istifini bozmazsın. Bir de utanmadan sanki hata onlardaymış gibi söylenirsin. Üstelik bin defa bindiğin bu merdivenlerde, “İnsanlar bana neden tepki gösteriyor?” diye kafanı hiç yormazsın. Kısaca odun gelip, odun gidersin...

Metroya binme faslından hiç bahsetmiyorum. O tam bir felaket. Zannedersiniz ki savaş çıktı ya da afet oldu.

Kazara, “Böyle bir şey olsa ne yaparız?” diye düşünmek bile istemiyorum.

Yazık, valla çok yazık!

25 Mayıs 2006

Biraz huzur…

İstanbul’da yaşarken ne kadar huzurlu olunur bilmiyorum ama en azından epey bir süredir kullandığım Lipton’un özel karışım bitki çayı "huzur"la huzur bulduğumu söyleyebilirim.

Tam hatırlamıyorum ama içinde sarı kantaron ve melisa çayı olduğu kesin… Akşam yatmadan bir yarım saat önce içiyorum. Gerçi her bitki çayı gibi tadı pek iyi sayılmaz ama bol limon ve şeker takviyesi işe yarıyor.

Önce hafif bir gevşemeye başlıyorum, ardından da yavaş yavaş esnemeler… Sonra da cubba yatak…

Tavsiye ederim...

24 Mayıs 2006

Çekirdek çıtlatalım!

Bir kahve müptelası olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Özellikle de espresso… Evden sabah bir fincan içmeden çıktığımda tanım kaçıyor, huzurum bozuluyor sanki… Tatillerde Çıralı’ya gittiğim ve buralarda neskafe dışında da pek bir şey bulamadığım için, utanmasam yanımda espresso makinesini taşıyacağım ya neyse…

Kahve keyfi olayını, biraz daha ilerlettik ve eve bir de kahve değirmeni aldık. Krups marka, şimdilik canavar gibi çalışıyor. Amma velâkin, bu kez de çekirdek bulamıyoruz.

Gloria Jean’s Coffee uğrak yerlerimden biridir. Hele şanlıysam, şöyle orta kıvamlı bir filtre kahveye denk gelirse değmeyin keyfime… Ama iş kahve çekirdeği satın almaya gelince, hiç de şanslı olmuyorum. Aradığım hiçbir çeşidi bulamıyorum. Kahve mönüsünde çok çeşit var, ama realitede bir-iki çeşit arasından seçim yapmam isteniyor. Cevap da hep aynı, “Üzgünüz, kalmadı”… Bu gittiğim birçok şubede de geçerli.

Gönüllü müşterisi olmak istiyorum, ama izin vermiyorlar:-)

Kahveyi Türklerin gündelik yaşamına sokmaya kararlı görünen bu marka, acaba kafe işletmenin daha kârlı mı olduğunu düşündü?

Zannetmem, zannetmek de istemem.

22 Mayıs 2006

Koç gibi taş yağdı başımıza!

Bu aralar malumunuz ev taşıma derdinden dolayı yapı marketler ile akraba olduk. Bir oraya, bir buraya diye giderken de arada mefta olduk.

“Aç tavuk kendini darı ambarında zanneder” misali, yeni evin mütevazı bir balkonu var. Malum balkona da oturmak için masa ve birkaç sandalye lazımdı. Doğru Koçtaş’a yollandık; biraz etrafı kolaçan ettikten sonra da orada kıyıda köşede kalan tahta bir masa ve iki sırada karar kıldık.

Neyse, başta gayet güler yüzlü bir görevli bize gayet afili bir şekilde yanaştı, elinde seyyar bir mini bilgisayardan küçük bir fiş verdi, teslimatı da otopark katından almamız gerektiğini söyledi.

Alışverişimizi bitirdik ve biraz garipsesek de otoparkın alt katına yollandık. Korku filmini andıran koridorlardan geçip Koçtaş’ın eşya teslimat bölümüne vardık. Allahın unuttuğu bir yerde konuşlanan bu noktada görev yapanlar bizden çok memnun görünmeseler de elimizdeki fişi aldılar ve beklemeye başladık. 10 dakika sonunda, sorularımızı lütfen cevap verip aslında bu malın ellerinde olmadığını, var olanların ise kırık olduğunu ve neden depodan teyit almadığımızı da sorunca dumurlardan dumur beğendik. Beynimden ateş fışkırdı ve üstelik bu bekleyiş yüzünden bir randevumuzu da kaçırdım. Sonuç olarak mekândaki sergilenen malı olabileceğimiz söyleyince de o zaman yukarı çıkın dediler.

Tekrar geri döndüğümüzde ise, zorla bir yetkili bulduk ve onun oflaya puflaya ve arkadaşlarına söylene söylene bizimle ilgilenmesini sağlayabildik. Sergideki masa ve sandalyede defo olduğunu görünce de doğal olarak almak istemediğimizi söyledik.

Bunun üzerine, bizi girişteki müşteri temsilcisine yönlendirdik. Oradaki yetkili arkadaş da hayatından bezmiş bir şekilde bir on dakika beklettikten sonra bize yöneldi. Ürünü taksitle aldığımız için parayı da taksitle iptal edebileceğimiz söyledi. Bunun üzerine, yetkili bir kişi ile görüşmek istediğimi söylesem de yetkili kişi tenezzül edip bizimle görüşmedi. Baktılar ben olayı iyice arızaya bağlıyorum, bu sefer reyon yetkilisini işe dahil ettiler.

Ben durumun vahametini anlattığımda ise gayet kayıtsız bir biçimde isterseniz bir on gün sonra arayın size getirtelim dendi. İyice sinirlenip söylendiğimde ise isterseniz gidin şikâyet edin gibi küstah bir yanıtla karşılaştım ve kalakaldım.

Kıssadan hisse:

  • Bana mağazada olmayan bir mal satıldı.
  • Olmayan bir malın parası ödettirildi.
  • Arabam olup olmadığı sorulmadan mal teslimatı için izbe otoparklara yönlendirildim ve boşu boşuna zaman kaybettirildi.
  • Müşteri temsilcisi diye muhatap olduğum kişi, beni dinlemek yerine, iyi nasıl bir an önce atlatırımın peşinde idi.
  • Koskoca Koçtaş’ta bir yetkili bulamadım.
  • Üstüne üstlük bir de reyon yetkilisinden azar işittim.
  • Bu arada Koçtaş'taki olumsuz çalışma koşulları hakkında da bir araba laf dinledim.

Anlaşılan Koçtaş’ın müşteri memnuniyeti için onbin fırın ekmek yemesi gerek…

Not: Böylesine bir durumdan sonra, oradaki elamanların sözünü dinleyip ilgili merciye şikayetimi iletmem doğru olurdu belki ama burada yazarak içimi dökmek kolayıma geldi.