Analytics

28 Ocak 2007

...

Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.
Fuzuli

Blue…

Blue’yu seyrettim geçen hafta… Krzysztof Kieslowski’nin hani, üçlemenin ilkiydi galiba. Bir acayip oldum…


İlk seyrettiğimde 20’li yaşlarımdaydım. Nasıl da heyacanla koşmuştum sinemaya. Nasıl da soluksuz seyretmiştim… Her detayı, her anı büyük bir heyecanla hafızama hapsetmeye çalışmıştım. Çıktığımda da uzun süre etkisini kaybetmemişti üzerimde. Günlerce konuşmuştuk arkaddaşlarımla… Sekans sekans gizli şifrelerini çözmeye çalışıyorduk.

Bilmiyorum, tekrar seyrettiğimde hiçbirşey hissetmedim. Öylesine sıradan geldri ki herşey bana… Öylesine basite indirgedi ki beynim herşeyi… Sevmedim kendimi.

Büyüdükçe duyarsızlaşıyor mu insan herşeye? Daha bir snop mu oluyor etrafına, hayat?


Çocukluğun verdiği naiflikle, daha mı özgür oluyor insan? Daha çok mu heyecanlanıyorsun herşeye?

Öğretilenlerin ve öğrendiklerin senin toplamınsa eğer, bende iş bitmiş o zaman…

Off ya…



09 Ocak 2007

Sessiz ve derinden…

Daha önce birkaç kez es kaza şarkılarına denk gelmiştim. Sade, naif ve insana huzur veren haliyle dikkatimi çekmişti. Sonra unuttum…

Bu cumartesi, gündüz vakti, Açık Radyo’da Naim Dilmener’in programına denk geldim. 2006’da çıkan, en beğendiği albümleri sıralıyordu. Başköşeye de Pinhani’yi oturttu. Ardından Pinhani’nin vokalisti Sinan Kaynakçı bağlandı telefonla…

5 Ocak’taki konserlerinden laf açıldı. Dilmener, “Nasıldı?” diye sordu. Cevap ilginçti: “Bu kez değişik şeyler de çaldık, beğenmeyen, memnun kalmayanlar da olmuştur.” Akın Edes’in gruplarına ve müziklerine çok katkısı olduğunu, onsuz çaldıkları zaman eksik kaldıklarını söyledi. Çok hoşuma gitti.

Bunun üzerine de Dilmener, “Fazla mütevazı olmayın, inanırlar” sözünü hatırlattı.

Ben katılmıyorum, bu grup, müziğini bu kadar rahat ve içten şekilde eleştiriyorsa, bir süre sonra önlerinde kimse duramaz. Hayatta da zaten bu böyle değil mi? Kompleksimizden, kendimizden bile korktuğumuz için ne yaptığımız işler bir halta benziyor, ne de bir arpa boyu yol gidemiyoruz. Tek bildiğimiz işi elimizin ucuyla tutmak ve sürekli vıdı vıdı şikâyet etmek…

Bence çok doğru yoldalar… Aynen devam…

Not: Şu anda “İstanbul’da” çalıyor… Tavsiye ederim.

08 Ocak 2007

Ege Rum Meyhanesi

Geçenlerde yılbaşı öncesi Ege Rum Meyhanesi’ne gittim. “Memnun kaldın mı?” diye soracak olursanız “eh meh, idare eder” derim ama manzarasına gelince de "Bir durup düşüneyim" derim, başka bir şey de demem.

Mekân, Karaköy Bankalar Caddesi’nde, Galata Residence Apart Hotel’in teras katında. Gitmeden önce sitesine bakmıştım ve epey bir iştahım açılmıştı. “Fesleğenli Girit Kabağı”, “gumbilya favası”, “kıtır kabak” gibi lezzetleri görünce de “Oh be!” demiştim.

Neyse, Beyoğlu’ndan başlayan, Tünel, Yüksek Kaldırım ve Galata ekseninde devam eden bir yürüyüşün ardından dik bir merdiveni oflaya puflaya tırmandık ve saat 20.00 civarında meyhaneye ulaştık. Mekâna gelen misafirlerin sayısı fazla olduğu için iki kişilik asansör elbette yeterli geldi. Tabana kuvvet, nihayet terasa ulaştık.

Daha kapıdan girer girmez leb-i derya bir manzara bizi karşıladı. Özellikle de hava karamış olduğu için Tarihi Yarımada’ya kadar uzanan geniş bir perspektife sahip manzara inanılmazdı. İnsanın yemeği ve içmeyi unutup manzarayı seyredesi geliyordu. Ortam son derece sade, ahşap ve şatafattan uzak, hatta hafif salaş. Mekanda tuvaletler çok temiz ama paralı, "gönlünden ne koparsa hesabı" var anlayacağınız.

Neyse yavaş yavaş kıvama gelindi ve Fedon’a benzeyen bir solisti olan grup sahneye çıktı. Rum ve Türk müzikleri derken gece olgunlaştı. Biz fiks mönü aldık, bilemiyorum a la carte uygulamaları var mı? Ama masalara konulan serpme mezelerin kalitesini pek beğenmedim. Oldum olası da sevmem zaten bu tür uygulamaları… Sonradan gelen kıtır kabak da tam bir hayal kırıklığı oldu ya neyse. Sonrasında gece balıkla devam etti. Zaten birkaç dubleden sonra insanın yemek memek gözü görmüyor.

Gecenin ilerleyen dakikalarında mekânda eğlenen iki müşteri arasında çok kısa süren kavga çıkınca keyifli ortam tuz-buz oldu. Sonradan öğrendiğime göre işletmeciler, beş yıl boyunca ilk kez böyle bir durumla karşılaştıklarını söylediler. İşletme belli ki bu tür durumlara hiç alışık değil. Zira daha kavga başlar başlamaz, sahnedeki grup çalmaya-söylemeye devam edip eğlenceyi eski kıvamına sokmak yerine bir anda gözden kayboldu. Bu yüzden de eğlence biraz pat diye bitti. Biz bu tür durumlara alışık bir milletin evladı olarak yine de geceyi keyifli tamamladık.

Ama benim böyle bir manzarası ve ortamı olan bir mekânım olsa yeri –göğü inletirdim demeden de edemiyor insan…

Açıkçası, "yemek bahane, manzarası şahane" bir yer arıyorsanız, Rum ezgilerini de seviyorsanız gidin derim…

Yol hikâyeleri

  • Kendinizi aşağıya doğru salmadan önce mutlaka Tünel Meydanı'nda bir kahve molası verin. Benim favorilerim KV ve Kaffeehaus (özellikle camdan kenarında oturup meydanı dikizlemek nefis).
  • Karaköy'e İstiklal'den doğru yürüyerek gidecekseniz, geç saate kalmayın. Yüksekkaldırım'ın ortalarından sonra yol pek tekin olmuyor.
  • Galata Meydanı'na doğru birkaç küçük kafe gördüm. Lokal havasında, sevimli görünüyorlardı.
  • Yol üzerinde bulunan Galata Mevlevihanesi'ne de en kısa zamanda mutlaka uğramalı.
Tel: 0212 243 96 06

06 Ocak 2007

Hatırla Sevgili

Hatırla Sevgili, Cuma akşamları 22.00'da ATV'de yayınlanıyor. Uzun zamandır bir dizi beni kendisine böyle bağlamadı...


Belki rastlamışsınızdır bir zaman. Bir aralar Salı akşamı yayınlanıyordu. Binbir Gece'nin karşısında dayanamayınca Salı'dan Cuma'ya alındı.

Gerçi bunlar beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Yani gerçek hayat tarafı...

Menderes dönemi, o dönemin atmosferi, sosyal yaşamı, kıyafetler, dekorasyon öyle özenli tasarlanmış ki! Büyükada çekimlerinde, küçük bir sahnede palmiye'yi bile unutmamışlar. Ağaçtan değil, tatlı kıtıraktan bahsediyorum:-)

Umarım reytinglere yenik düşmez de yayından kalkmaz.

Tomris Giritlioğu ve ekibinin eline sağlık.

Not: O dönemin yer mozakleri bile o kadar güzel ki! Hazır retro tasarımlar bu kadar revaçta iken yeniden üretseler ya!

05 Ocak 2007

Starbucks…

Ciddi bir kahve manyağı olduğum söylenebilir. Evde ekipman tam olunca ya Starbucks’tan ya da Gloria’nın çekirdek kahvelerini bol bol tüketiyorum.

Dün Beyoğlu’nda yeni açılan Starbucks’a gittim. Odakule’ye gelmeden hemen önce…

Sigara içenler her zamanki gibi atıl bir şekilde dışarıya atılmış. İçi izmarit dolu adi kül tablalaları ve leş gibi masalar… İçerinin steril havasından eser yok. “Madem sigara içiyorsunuz, alın size” durumları anlayacağınız… Üstelik sigara-kahve gibi ayrılmaz bir ikili durumları varken…

Tamam, sigara içmeyenleri rahatsız etmemek adına ayırın ortamları, buna diyeceğim yok. Ama diğer insanlara da bu kadar ikinci sınıf muamelesi de yapılmamalı canım. Bu soğukta insanlar küçücük sobalarla ısıtmak yerine, kapa balkon cenaplarını, şık bir aydınlatma yap, insanların oturdukça oturası gelsin… Koy dışarıya bir elemanı, masaları temizlesin, kül tablalarına da göz kulak olsun. Sen de kaliteli hizmet vermek için bu kadar imtina etme…

Açıkçası, masaya dokunmaktan iğrenerek, kahvemi nasıl bir dikişte bitirdim ve uçan tekme ile kendimi dışarıya nasıl attım anlatamam.

Yazık, çok yazıkBu gidişle çok müşteri kaybı olur

03 Ocak 2007

Yaşar

Yaşar'ı ilk albümü çıktığından beri severim, sayarım. Pek öyle fanatik ruhu kabarmış biri olmasam da etrafımdaki insanlara fenafillah getirtecek kadar çok da dinlerim. Gerçi burun buruna izlediğim bir sahne performansındaki rahatsız, sıkıntılı ve insanları eğlendirmeye çabalayan hallerinden ve hele hele rüküş gömleklerinden sonra çok hayal kırıklığına da uğramıştm ama çabuk atlattım.

Son albümünü dinledim. çok sevdim. Şu anda klipleri dönen "Hayırdır İnşallah"tan başka özellikle "Cumartesi" ve "Alıştım"a bayıldım .

Bir de şu klipleri adam olsa, tadından yenmez... İlla fıttık kadınlı, ağdalı aşklı, ağlak klipler mi olmak zorunda? Bırak, şarkın anlatsın derdini. Sen "Aldanırım"daki gibi çal gitarını... O tür şeyleri bırak sesi olmayanlar düşünsün.

"Yok böylesi daha iyi iş yapar" diyorsanız da ben bilemem. Ben masanın öbür tarafındayım.

Hülasa. alınız, dinleyiniz efendim.